OTUZ YILIN ARDINDAN

 

Biraz abartıyorum gibi geliyordu bana. Bir cumartesi sabahı saat beşte otobüse binip İstanbullara yollanmak. Neymiş, otuz yıl önce mezun olup kurtulduğumuz sefil bir yatılı okul hayatını anmak üzere toplanıyormuşuz. Peki gitmesene adam, kim alnına tabanca dayadı?

 

Yolda bir yandan uyukluyor, bir yandan da ilk molada inip geri dönme isteğinin oluşmasını bekliyorum. Nafile! Söylene söylene giriyorum Darüşşafakanın yeni okul binasından içeri. Karşıda bir bahçıvan amca, yatakhanenin yolunu ona sormalı. Ağzımı açıyorum ama daha bahçıvan der demez amca lafını benim ona değil, onun bana söylemesi gerektiğini görüyorum. Çocuğun iyi tarafına rastlamış olmalıyım ki kendisine “Yatakhane ne tarafta bahçıvan …” diyen birine tatlılıkla yolu tarif ediyor. Yaşayacağım buruk lezzetlerin habercisi oluyor bu ilk temas.

 

Yatakhaneye girdiğimde sanki otuz yıl önce “Allaaaah, kurtulduk” diye fırlayıp gitmemişim de, yarım saat önce kahvaltıya inmişim, şimdi dönüyormuşum gibi karşılanıyorum. Ve ben de aynı duygularla merhaba demekte olduğumu farkediyorum. Zamanı küçümsüyoruz, görmezlikten geliyoruz, tanımamazlık ediyoruz. Hayır, zamana öfkeliyiz ve onu hor görecek bir fırsat yakaladık, kullanıyoruz Biz yaklaşık kırk  kişi zamana alenen birer tokat atıyoruz, birbirimizden güç alarak.

 

Otuz yıldır hiç görmediğimiz arkadaşlarla sarılıyoruz, zaman görmeden azıcık sıkıyoruz kollarımızı birbirimizin bedeni üzerinde. Zamanın geçtiğini biliyor ama zamana yüz vermiyoruz. Hoyratız anlık gerçeklere. Otuz yıl ayrı kalmış kalplerimiz gizlice birbirlerine yaklaşıyorlar. Göğsümüz ısınıyor dinmeye çalışan hasretin şiddetiyle ama hiç renk vermiyoruz. Zaman şimdi ortada şamar oğlanı. İnat ya, geçen otuz yılın hikayelerine girmiyoruz. Bıraktığımız yerdeyiz ısrarla. Zaman şaşkın. Havada uçuşan bir toz zerresi kadar değer vermiyoruz garibe. Zaman afallamış. O yok. Hiç olmadı. İşte biz kazandık. İstediğimiz noktadayız. Çocuklar kadar şen. Hatta zaten çocuk.

 

Bu zaferin geçici olduğunu bildiğimizden gece uyumuyoruz. İstanbul en büyük yardımcımız. O zaten uyumaz. Kaçıyoruz İstabulun gecesine. Zamanın bizi bulamayacağı semtlere, Bizanstan kalan binaların arasına, Osmanlıdan kalan menüler sunan gece lokantalarından modern çağın en edepsiz zindanlarına kadar kaçıyoruz zamandan, muzipliğimizi ele veren birer tebessüm dudaklarımızda.  Kırk kişi dört yüz darbe vuruyoruz zamana, Trauffaut memnun.

 

Sonunda yorulup atıyoruz kendimizi yataklara. Uyandığımızda dönme zamanı evlere ve şimdiki zamana. Zaman çok mu kızmıştır acaba?

 

Yıllar sonra, zaman affederse, yeniden buluşmaya sözleşiyoruz. Ve göz kırpıyoruz birbirimize, zamanı yine işletiriz o zaman da değil mi diye.

 

Sinan Sertöz

30 Haziran 2003